Tarihten Bir Portre: Eyyubi Komutanı Şeyh Cerrah

Kudüs'te Bugün
5 min readMay 23, 2021

--

Kudüs’ün kuzeybatısına doğru giderken Kudüs ve Nablus şehrini birleştiren kıyı şeridi yolunun üzerinde küçük bir tepe bulunmaktadır. Bu tepe aynı zamanda Kudüs’ün kuzey surlarının dışında kalan kısmını koruyan önemli bir kesişim noktasıdır. Eskiden burada herhangi bir yerleşim yeri bulunmamakla beraber yol üzerinde bulunan az sayıdaki zeytin ağaçlarıyla bu bölge kırsal bir alan olan olarak anılmaya daha yakındı.

Zamanında bu alan, Nureddin Zengi’nin ordusunun önde gelen askeri komutanlarından ve Selahaddin’in yakın arkadaşlarından biri tarafından alınmıştır. Nedendir bilinmez ancak defnedilmek üzere kutsal şehrin ortasında bir mezar yeri belirler ve Haçlılara karşı savaşan mücahitler Kudüs fethedildikten ve Haçlıların elinde olan kıyı bölgelerini gözetleme işi sağlama alındıktan sonra çevresindeki türbeye defnettirir.

Belki de Hüsameddin b. Şerefeddin İsa el-Cerrahi adlı bu komutan, kabrinin bu yol üstünde olmasını, Nablus ve diğer yerlerden gelen kafilelerin ve Mescid-i Aksa ziyaretçilerinin ya da ayrılanların su ihtiyacını gidermek için istemişti. Böylece vefat ettikten sonra kendisi için hasenat sayılacak bir sadaka-i cariyeye sahip olabilirdi.

İnternette birçok platformda kendisine nispedilen “cerrah” ismine binaen bu komutanın doktor olduğu söylense de bu iddia doğruluk taşımamaktadır. Bilakis kendisine nispedilen “cerrah” adı, günümüz Irak ve Türkiye sınırları arasında kalan İbni Ömer adasındaki “Cerrahiye Kalesi”nden gelmektedir.

Bu bölgelerden gelip geçmiş Zengiler, Eyyubiler ve diğer devlet komutanları gibi askeri tedrisattan geçen bu komutanın aslen Kürt mü yoksa Türkmen mi olduğunu bilmiyoruz.

Bu askeri mezarlık, özellikle Kudüs’ün fethiyle bağlantılı olduğundan halk tarafından Mescidi Aksa’yı savunmanın ve ona sahip çıkmanın sembolü haline gelmiştir. Zaman geçtikçe halktan bazı kesim mezarda yatan zatı, keramet sahibi salih bir veli olarak kabul etmiş ve hatta bazıları o kadar ileri gitmiştir ki onu Kuran ve Sünnette adı geçmeyen peygamberlerden veya Hz.Ömer’in Kudüs fethine katılmış ismi bilinmeyen sahabelerden olduğunu düşünmüşlerdir.

Bu bölgede hayatın canlanmasıyla bu türbenin odaları — özellikle Kudüs’ün kuzeyindeki köylülerin- çocuklarının okuma, yazma ve Kuran tilaveti öğrendiği küçük bir medreseye dönüştürülmüştür. Mutasavvıf seyyah Abdülgani en-Nablusi, (M.S. 1201/ H. 598) türbenin sahibinin dünyadan irtihalinden dört yüz sene sonrasında ziyaret edince bu mekanı mezar ve medrese ve orada yatanı ise “şeyh” olarak vasf etmiştir. Dolayısıyla, komutanın çok eskiden beri şeyh olarak zikredildiği anlaşılmaktadır.

Şeyh Nablusi, bu toprakları 1689 yılında ziyaret ettiğinde Osmanlı’nın Şam bölgesindeki nüfuzu zirvedeydi. “El-Hadratü’l-Ünsiyye fi’l-rıhleti’l-kudsiyye” adlı eserinde Kudüs’ün ileri gelen şeyhlerinin kendisini tasavvuf sancaklarıyla karşıladığını, Şam kapısından şehre girene kadar zikirler ve salavatlar okuduklarından bahsetmektedir.

Komutanın bu yeri vakfettiğini bilmekle beraber vakfiyenin türünü, detaylarını ve kimlerin yararlandığı tam olarak bilmiyoruz. Müciriddin el-Hanbeli el-Uleymi’nin el-Ünsü’l-celil bi’tarihi’l-kudsi ve’l-halil adlı eserinde zaviyenin bir vakfa bağlandığından bahsetmişti; diğer bir deyişle bakımı, öğretim harcamaları ve orada çalışanların maaşları gibi diğer giderlerini karşılamak için finansal bir kaynağı vardı. Belki de bu vakfiye kaynağı her zamanki gibi bir tarlaya dayanıyordu.

Zaviye olarak isimlendirilmesine bakıldığında yerin bir ibadet yeri olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim zaviye, beş vakit farz namazın kılınıp Cuma namazının kılınmadığı; içerisinde abdest ve gusül alınıp su içilebilecek bir su kaynağına sahip ve bir lavabosu olan kafile yolundaki küçük ibadet yeri için kullanılmaktaydı.

Günümüzde bazı çağdaş Kudüs tarihçileri, Kudüslü ed-Disi ailesinden birinin Cerrahi Zaviyesiyle ilgilendiğini söylemektedir. ed-Disi ailesinin Cerrahi Vakfıyla olan bağı, eskilere dayanmaktadır. 1948 Nekbe savaşında zaviyeyi korurken aile fertlerinden birçoğu şehit düşmüştü. Bugün vakfın yetkisinin hala ailede bulunmasına rağmen bu bağın nereden geldiği bilinmemektedir.

Zaviyede, Sultan II. Abdulhamid zamanında Mescidi Aksa’nın hatiplerinden Şeyh Abdusselam er-Rıfai el-Unati vesilesiyle Sufi Rifai tarikatının ilim ve tasavvuf kapısı olarak hakim olduğu görülmektedir. O zamanlar tarikat, Mısırlı Mehmet Ali Paşa ailesine karşı Osmanlı yönetimine olan sıkı bağlılığıyla tanınıyordu. Nitekim Osmanlının son dönemlerine tekabül eden 1896 yılında zaviyeye cami olabilmesi için minare, avlu ve ek binaların yapılması, tarikatın nüfuzunu bölgeye yaymak ve bölgeyi yerleşim için cazibeli hale getirme isteğiyle bağlantılı olabilir.

Yine Osmanlının son dönemlerinde, Abdulkadir Ummavi adlı ama bir toprak ağasının, zaviyenin karşısına kaleye benzer yüksek bir saray yaptırmasıyla kutsal şehirdeki bu bölge, zengin sosyal sınıfının yaşadığı modern bir yerleşim alanı haline gelmiştir. Bu yüksek sarayın inşa edilmesiyle, halkın dilinde de çeşit çeşit rivayetler dönmeye başlamıştı. Söylenenlere göre bu adam, bölgede büyük bir arazi sahibiydi ve sarayının altında bir buğday değirmeni vardı. Arazi ıssız olduğu için yanında tüfek taşıyor ve karısı da kendisine, göremediği için, eşlik ediyordu. Yabancı bir ses işittiği zaman kim olduğunu ve neden geldiğini soruyordu yoksa üstüne ateş açıyordu.

Birbirinden güzel oymalara sahip bu taş yapı, Nekbe savaşlarının patlak verip şiddetlenmesiyle yıkılana kadar ayakta kaldı. Zamanında bu saray, Kudüs seçkinlerinin özel olarak ağaçlarla, taş döşenmiş yollarla, yemyeşil bahçelerle ve yüksek taş binalarla süslediği cennet bahçelerinden biriydi. Öyle ki, birçok konsolosluk temsilciliklerinin, otellerin, ekonomiden siyasetten ve yerel kültürden onlarca iş adamının bulunduğu üst düzey bir diplomasi caddesine benzemişti.

Hassas konumu sebebiyle, 1948 yılında Ürdün kuvvetleriyle Siyonist çeteler arasında bir temas noktasıydı. Sonrasında ise sarayları, gösterişli binaları organize yağmacılığa, yıkıma ve kasıtlı imhalara maruz kaldı. Ayrıca bu topraklar Kutsal Cihad Güçleri lideri Abdülkadir el-Hüseyni’nin meşhur Kastal Savaşı’nda şehit olduğu en şiddetli çatışmalardan birine tanık oldu. Mücahit Behçet Ebu Garbiyye, anılarında mücahit Muhammed Adel el-Neccar liderliğindeki bu savaşlardan geriye kalanları ele aldı.

Yeni işgalcilerin getirdiği sahte tarih çarpıtmaları bu mahalleye de uzanmıştır. Şeyh Cerrah yakınlarındaki Filistinli Şeyh el-Saadi türbesini, Şem’un adında bir Yahudi mezarına çevirdiler ve çevresindeki binaları yerleşim merkezine dönüştürdüler. Sonrasında bu mesele, Arap-Filistin varlığını ortadan kaldırmayı ve bölgedeki Yahudi varlığını artırmayı amaçlayan sistematik bir politika ile genişledi. Mağaralarına kadar Şeyh Cerrah’tan ayırıp bölgeye Haham Şem’un Caddesi adını verdiler. Haham Şem’un, sözde mezarının inşasından asırlar önce ölmüştü. Dolayısıyla bu tabloya bakıldığında, işgalcilerin sahte tarih çarpıtmalarıyla hak elde etmeye çalıştıkları aşikardır. Çünkü bu tarihi cadde, hem İngiltere işgali sırasındaki Yahudi göçleriyle sağlanmış İbrani birliğinin genel merkezi için hem de Kudüs’ün doğusundaki kalabalık yerleşim yerlerinden Ma’ale Adumim’e giden yerleşim yolu üzerindeki konumu sebebiyle stratejik bir tehdit oluşturmaktadır.

Kuşkusuz son olayları başlatan bu yeni yerleşim dalgası, ilk değildi. 2002'de 43 Filistinli evlerinden sürüldü. 2008'de Kurd ailesi evlerinden kovuldu, 2009’da el-Gavi ve Hanun aileleri evlerinden çıkarılmaya zorlandı. Şemasina ailesi 2017'de evlerinden kovuldu. Dolayısıyla Yahudileştirme politikası, dini yerleşim hevesiyle siyasi İsrail vizyonunun iç içe geçtiği sabit bir politikadır.

Kendine has Filistinli kimliğiyle bu büyük eser, Kudüs’ün siyasi, sosyal ve dini tarihinde bir kilometre taşı haline geldi ve önemli olaylara tanıklık etti. Şeyh Cerrah Mahallesi bugün, varlığını kararlılık, meydan okuma ve direniş listesine yeniden yazdırarak Filistin’deki işgal devleti İsrail’in her istihkamını hedefleyen füze savaşlarıyla “Kudüs Kılıcı” adlı büyük bir operasyona eşlik ediyor.

“Bu değerlendirme yazısı Afrika ve Kudüs Araştırmaları Uzmanı Dr. Osama Alashqar tarafından TRT Arabi için kaleme alınmıştır. “

“Rica: Tercüme ve düzenlenmesi Kudüs’te Bugün ekibi tarafından gerçekleşmiş olup izinsiz paylaşılmaması rica olunur.”

--

--

Kudüs'te Bugün

Herkese merhaba! Özelde Kudüs’te genelde ise Filistin’de yaşananlar değerlendirilmektedir.